Yıldız Sarayı II.Abdulhamid döneminde, Osmanlı imparatorlugunun yönetim mekezi olarak kullanılmıştır. Tiyatro ve operayı çok seven bu padişahın saraya yaptırdığı Yıldız Tiyatrosu nun yanında, Büyük Mabeyn köşkü bahçesinde, Istanbul Devlet opera ve balesinin sahneye koydugu Mozart’ın ünlü eseri “Saraydan Kız Kaçırma” yı seyrettim.
Bu opera ilk olarak 1782 yılında Viyana’da oynandı. Mozart babasına yazdıgı bir mektupta “Güfte çok iyi. Konu Türk. Üvertür, birinci perdenin ve finalin korolarını Türk müziği olarak besteleyeceğim”* diyerek, bu opera ile ilgili memnuniyetini ifade etmiştir.
Yekta Kara’nın sahneye koydugu opera, daha önce de Topkapı Sarayı’nda icra edilmişti. Yıldız Sarayı ndaki ortamın daha sıcak oldugunu ifade etmeleyim, bu düşüncemde seyirci kapasitesinin daha az olması ve sahneye yakınlık da etkili olmuş olabilir.
Opera enfes bir üvertürle başlar. Bu üvertürü çok hoşuma gidiyor ve her dinleyişimde daha faklı hislere kapılıyorum. Mozart gibi bir dahinin Fransa da yasadıgı dönemde Türk müziği ile ilgilendiğini ve bu müzikten etkilenerek bu üvertürü hazırladıgını düşünebiliriz. Üvertür, operada en dikkat çeken bölümlerdendir. Düşünün, o dönemde bu operayı izleyenlerin aklında bu üvertür, dolayısıyla Türk müziğinden olumlu esintiler akıllarında kalmıştır. Dün geceki konserde ise dinleyicilerin bu üvertürü hissedebildiklerini zannetmiyorum çünkü orkestra ne yazık ki etkileyici bir performans ortaya koyamadı.
Sahne hazırlıklarının da iyi oldugunu söyleyemeceğim. Ilk sahnelerde Osman’ın bıyının düşmesi çok komik görüntülere sebep oldu. Allah’tan ilk arada, Osman’ın bıyıgı yapıştırıldı ve bu sorun aşıldı. Kostanze’nin kıyafeti (kolsuz,askılı) o dönemki hangi sarayda görülebilir bilemiyorum. Çok biçimsiz ve döneme uygun değildi. Yani oyunda bir kısım oyuncular Osmanlı dönemi kıyafeti giyerken, bir kısım oyuncular ise 2000 li yılların kıyafetlerine sahiptiler.
Son olarak, belki de en can sıkan taraf, diyalogların düzensizliginden bahsetmek istiyorum. Konu aryalar değil, diyaloglardır. Selim Paşa hep Türkçe konustu ama ona verilen cevaplar Almanca idi ve hepsini anladı. Belmonte ve Pedrillo aralarında Almanca konustu.Blondchen hem Almanca hem Ingilizce konustu. Bence bu kadar karmaşıklığa hiç gerek yoktu. Ust yazının da olmadıgı bir ortamda tüm diyalogların Türkçe olması (veya mümkünse ingilizce) çok daha iyi olabilirdi.
* Nadir Nadi, Dostum Mozart,Çağdaş Yayınları, 1994