1 Mart, Salı gününe denk gelmişti o sene. Mart ve o meşhur atasözü “Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır”. Yıllarca anlamakta zorlandığım söz. Havalar aniden soğur, hazırlıksız yakalanırsın ve neticesinde ısınmak için birşeyin kalmamıştır. Sen de kazma kürek mi yakarsın? Yoksa, artık yaz gelmiştir, kazma küreği de yakabilirsin onlara ihtiyacın kalmamıştır mı? Hiç bir zaman bilemeyeceğim galiba. Kombili, doğal gazlı hayatımızda kazma kürek değil kömür yakarak bile ısınmadım. Mart ilkbaharın habercisi, mart ile birlikte insanın içi bir hoş olur mutluluk dolar. O gün 22 derecelik sıcaklık baharın müjdecisiydi. Güneş bulutların arkasından çıkmak için gayretli ve biraz sabırsızdı. Benim gibi…
Bu sabırsızlık ortamında rahatlatıcı bir mekandı Kadıköy ve belki de özellikle seçilmişti. Son yıllarda, özellikle 3 Temmuz sonrası zor günler geçiren Fenerbahçe, futbolda lig şampiyonluğu için Beşiktaş ile mücadele ediyordu. Ama asıl ilgi ve destek basketbol takımındaydı, herkesin ortak düşüncesi bu başarılı takım Euroleague de final oynayan ilk Türk takımı olacaktı. Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu (yeni sponsoruyla, Ülker isimli) stadyumuna yürüme mesafesindeydik. Sabırsızlık ve bekleyişle dolu zamanı tüketebilmek için en uygun yerlerden biriydi. Hatıralarla dolu ve aitlik duygusuyla bağlandığımız bu bölge, adı konulmayan bir rahatlık veriyordu. Pencereden görünen manzarada cabasıydı; Kalamış, Fenerbahçe adası ve Moda. Yelkenliler denizde bizi selamlıyordu.
Zaman hızla geçti ve saatler 17:05 yi gösterdiğinde bekleyiş mutlu sonla bitti; yeni bir dünya kuruldu Kadıköy’de. Esmer, bakımlı, hafif kilolu, gözünden işini bildiğini hissettiren bir doktor ve nazik, güzel sesli bir hemşireyle tanıştım. Hep merak etmişimdir dünyaya geldiğimde ilk tanıştığım insanları. Belki de bir daha hiç görmediğim belki de yolda yanından geçip gittiğim o insanlar için sıradan ve günlük bir iş. Ve beni hep koruyacak ve ne olursa olsun arkamda duracak annemle göz göze geldiğim o an. Gözüm net seçemese de, saniyeler süren bu merhabalaşma da, kokusundan tanımıştım onu.
Özel bir odada kilomu ve boyumu not ederlerken, başka bir koku geldi burnuma, tanıdık bir koku. Pencerenin arkasından beni izliyordu dikkatlice. Daha sonra sadece kokusuyla değil sesiyle de tanıtacaktı kendini. Kulağıma Shakespeare’in sonelerini, Yahya Kemal’i okuyacak ve en güzel opera Arya larını dinletecek adamdı o. Ah bir de sesi güzel olsaydı, eminim şarkılarda söylerdi.
802 nolu odaya döndüğümüzde, çok zarif pembe tülle kapıya tutturulmuş, en üstünde pembe güller, altında ismimin yazılı olduğu fiyonk şeklinde aynayı gördüm, halam ugraşmış benim için. Herkes çok mutluydu. Tarihte birçok 1 Martlar yaşanmıştı ama bizim için en kıymetlisi kuşkusuz bu gündü.
Artık bende bu oyuna dahil oldum. Bakalım neler göreceğiz ve yaşayacağız hep birlikte