Heyecan içinde ve çok isteyerek gittigim sergi ne yazık ki beklentilerimin altındaydı. Kopuk kopuk tarih anlatımı ve daha önce Istanbul tarihini okumadan gelenler için kafa karıştırıcı, net olmadığını düşündüğüm bir sergi çalışması. Sanki aceleye getirilmiş gibi bir izlenime kapıldım. Sergi sonrasında müze satış mağazasında bu görüşlerimin dogru olduguna bir kez daha inandım. Koca mağazada kalın (sadece profesyoneller tarafından talep edilebilecek) sergi kitabı dışında ne CD, harita ne de eski sergilerden alıştıgımız özet (daha ince) kitap bulabildim. Sanki müze halktan biraz kopuyor mu?
Sabancı müzesindeki sergiyi değerlendirmeden evvel çok üzücü bir tespiti sizinle paylaşmak istiyorum. Ne yazık ki koca Istanbul’un bir şehir müzesi yok! Bir şehir müzesinden bahsediliyor, Yıldız Sarayı’nda oldugu ve gezilebileceği. Birçok kez Yıldız sarayı’na gittim ama ne yazık ki ne bir tabela ne de bir bilgi kitapçığı gördüm. Zannedersem o kadar zayıf bir müzeki kimse ne bahsediyor ne de reklamını yapıyor.
Sabancı müzesindeki bu sergide yer alan bazı çalışmaların yeni kurulacak bir şehir müzesinde kullanılabileceğini düşünüyorum. Ne yapılıp edilip çok güzel bir şehir müzesi yapılması çok önemli. Istanbul 2010 kültür başkenti, ne yazık ki yaşadığı şehrin tarihini bilmeyen birçok göçmenin konakladıgı bir metropol halinde gelmiş vaziyette.Bu muhteşem şehirde yaşayanlara neyin “muhteşem” oldugunu ve nerede yaşadıklarını anlatacak bir müze yapılması şart. En azından Inegöl’deki gibi. Inegöl şehir müzesinden çok etkilenmiştim. Bugun bile, 2 sene önce gittigim Inegöl’ün Osmanlı dönemi hayatı, köfte ve mobilya macerası hala aklımda ve bunun sebebi kesinlikle bu çok başarılı müzedir.
Müzeye girer girmez sağ tarafta yer alan kabinden sesli rehber aletlerinden alabilirsiniz. Merdivenlerden iner inmez belkide sergideki en başarılı çalışma karşınıza geliyor. Çok güzel bir video çalışması yapılarak MÖ 14000 den bugune Istanbul’da yaşayanlar anlatılıyor. MÖ 14000 ‘de buzul çağında Istanbul bogazı olusuyor. Ilk bölümde MÖ 6000 de Pendik civarlarında bulunmuş pişmiş topraktan kadın heykeli ile sergi devam ediyor. Bu dönemlerde pişmiş toprak ve taştan yapılmış kap, testi ve kesici aletler var. Daha sonra MÖ 300 lere yaklaştıkça mermer ve altın dan yapılmış ürünler sergide yer almaya başlıyor.
Çok ilginç bir akrobat heykeli var. 12. yüzyıl dan kalma bir heykel. Eger sesli rehber aleti almadıysanız kesinlikle dikkat etmeden geçeceğinize eminim. Insan yanına bir resim koyar, bir eglence gecesini, akrobatın sunum yaparken yaşadığı ortamı gösteren bir çalışma yapar. Akrobatlar 12.yüzyılda Istanbul sokaklarında gezerek insanları eglendirirmiş. Yani heykeli oraya koyup içini veya etrafını doldurmamak pek başarı sayılmamalı. Bu şekildeki standart müzecilik ile birçok heykeli sergiye doldurarak Istanbul’u tanımayan halkı buralara çekemezsiniz.
Bu sergide bugune kadar pek rastlamadıgım 2 konunun farkına vardım. Birincisi en alt katta sergilenen II.Mahmud çadırı. Padişahların seyahatlerinde veya seferlerde kullandığı çadırlarından birinin yer aldıgı yerde II. Mahmud’un portresi çok anlamlı olmuş ama bu çadırın kullanıldıgı döneme ait bir resim veya hayali bir çalışma koyulması daha başarılı olmaz mıydı? Böylelikle insanların zihninde bu kıymetli çadırın daha farklı kalacağından kuşkum yok.
Diğer konu ise bugun Harem otogarının ve arabalı vapurlarının bulundugu bölümde, Selimiye kışlasına yakın bir konumda yer alan “Kavak Sarayı”. Eski saray (Beyazıt) ve Topkapı sarayından (Sultanahmet) sonra yapılan 3. saray olan “Kavak Saray”ından günümüze hiçbir iz kalmamış.
Kısaca Istanbul’un gelişimini ve önemli tarihleri özetlemek istiyorum. Sergiyi gezerken en azından sergiyi değerlendirmeniz açısından faydası olabilir;
– Eskiçağ da 3 önemli merkez vardı. Byzantion (Sarayburnu bölgesi + sur içi), Kalkhedon (Kadıköy) ve Selymbria (Silivri). Elbette daha önce de ufak tefek yerleşimler vardı (Kadıköy-Fikirtepe, Pendik, Dudullu vb.) ancak bu 3 bölge en önemlileriydi.
– Bu 3 merkez arasında Byzantion daha fazla gelişti ve binyıllarca önemini koruyarak bugünkü Istanbul haline geldi. (Byzantion isminin bugunkü Yunanistan bölgesinden ordusuyla kopup gelen Byzas isminde genç liderden geldiği rivayet edilir)
– MÖ 195 – 395 Byzantion Roma Imparatorlugunun bir şehri.(Roma imp. başkenti Roma. Sergide göreceğiniz Septimius Severus bu dönemin imparatoru, insan heykelin yanına bir harita falan koyar. Şehrin ismi Byzantion yerine latincesi Byzantium kullanılıyor)
– 330 yılında Byzantium Roma Imparatorlugu’nun başkenti oluyor. Imparator Konstantin şehre “Yeni Roma” ismini koyuyor.
– 395 yılında Konstantinopolis Bizans (Doğu Roma) Imparatorlugunun başkenti oluyor. (Roma Imparatorlugu Dogu-Batı olarak ikiye ayrılıyor ve imparator Konstantin anısına şehrin ismi Konstantinopolis olarak kalıyor, halk tarafından bu isim benimseniyor)
– 1204 Latin istilası sonucu kent yağmalandı.1204-1261 Latin imp. yönetiminde (Sergide gösterilen 4 at heykeli Venedik’e götürüldü)
– 1261 Tekrar Bizans iktidarı.
– 1453 Fatih Sultan Mehmet’in Istanbul’u fethi. Şehir artık Osmanlı başkenti oluyor. (Şehir Istanbul, Stambul, İslambol, Konstantiniyye (daha çok*) ve Dersaadet isimleriyle anılıyor)
– 1490-1588 Mimar Sinan’ın yaşadığı dönem. (Istanbul’u anlatan herhangi bir eserde Mimar Sinan’ın adının geçmemesini anlayamam. Ne yazık ki bu sergide yok.)
– 1918 (13 Kasım) Itilaf devletleri Istanbul’u işgal ediyor.
– 1923 (6 Ekim) Türk ordusu işgale son veriyor. (Yüzyıllardır başkent olan Istanbul artık başkent değil, yeni başkent Ankara oluyor)
– 1930 Şehrin ismi resmen “Istanbul” yapılıyor.
– Istanbul Yangınları: 433 – 476 – 931 – 1651 – 1692 – 1708 – 1718 – 1725 – 1826 – 1912
– Istanbul Depremleri: 358 – 478 – 865 – 869 – 1034 – 1509 – 1766 – 1894 – 1999
Sabancı müzesindeki sergi 4 Eylül 2010 tarihine kadar gezilebilir.
Kaynaklar:
– Istanbul’u Dinliyorum Gözlerim Açık, Haldun Hürel, Dharma Yayınları,2005
– Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı:197
– www.byzantium1200.com
* “Yüzyıllar boyu Osmanlı İmparatorlugu’nun bütün fermanlarında ve kayıtlarında şehrin adı böyle geçerdi:Konstantiniyye;”korunmuş makam”..” Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek, İlber Ortaylı, Timaş Yayınları, 2006